1450 Mayis ayinin o günü, Jeanne ormanda sepetini mantarlarla doldururken, talih ona sirt çevirmisti. Birkaç fersah uzaktaki evleri yagmalanmis, anne ve babasi katledilmisti. Küçük kardesi Denis ise ortada yoktu. Sadece esekleri hayattaydi. Bu katliami gerçeklestirenler, bölgeye aç kurtlar gibi saldirip, haraca kesen, intikama susamis Ingiliz asker kaçaklariydi. Saldirganlar, La Coudraye kilisesini de yagmalamis, kutsal esyalarin saklandigi dolabi talan etmisti. Papaz da öldürüldügünden, ölmüs anne babasinin cenaze duasini okumak, yüregi aci içindeki Jeanne'a düsmüstü. Jeanne kederli yüregini nasil avutacakti? Daragaçlarina asilmis insanlarla dolu meydanlari ve çamura batmis sokaklariyla, dilenci ve serserilerin yuvasi olan Paris, ona acilarini unutturabilecek miydi? Tüm vari yogu esegi, bir torba un, tereyag ve biraz da tuzdan ibaret olan on sekiz yasinda bir kizdi o sadece. Çörek yapmaktan baska bir sey bilmeyen bu kiz, hirsiz ve soyguncularin arasinda nasil ayakta kalacakti? Vebanin kirip geçirdigi, maceracilara teslim olmus Fransa'da, hiç kimse Jeanne'in hayatina yüksek deger biçmezdi. Ama gül iyilikseverdi, zambak ise yüce gönüllü. Bir kral -VII. Charles- ve bir sair -François Villon- onun güzelligine uzun süre kayitsiz kalamazlardi.